Mâneviyât yolunda terakkinin ilk şartı, gönülde bu yönde bir istek ve muhabbetin doğmasıdır. İsteğin derecesi, istidâdın kalitesini gösterir. Mevlânâ -kuddise sirruh-, Hakk’a vuslat için yola çıkan kişiye gerekli olan en önemli azığın “irâde”/istek olduğunu şu sözleriyle dile getirir:
“Ey Hak yoluna düşen kişi, isteğine iki elinle sarıl! Çünkü istek, iyi bir kılavuzdur.
Sen ne hâlde olursan ol, istekten vazgeçme. Ey susamış, dudakları kurumuş kişi, durmadan su ara!
Susuzluktan kurumuş olan o dudak, sâhibinin çeşme başına erişeceğine şahitlik eder.
Dudakların kurumuş olması, “Bu ıztırap, bu çırpınma; seni bize ulaştıracaktır.” diye suyun gönderdiği müjdeli bir haberdir.
Bu arayış, mübârek ve kutlu bir harekettir. Bu candan isteyiş, Allâh yolundaki bütün engelleri kırar döker.
Bu isteyiş, isteklerinin anahtarıdır; senin ordundur, sancakların ve zaferlerindir.
Bu isteyiş, sabaha karşı horozun; «Sabah oluyor» diye ötmesine benzer.
Allâh, herkesi bir iş için yaratmıştır. Herkesin gönlüne bir işle uğraşma arzusunu koymuştur.
Gönülde bir istek olmadan el ayak nasıl hareket eder? Su akmazsa, rüzgâr esmezse çerçöp nasıl gider?”[1]
Mevlânâ Hazretlerinin bahsettiği bu arzu ve iştiyaktan, Mûsâ Efendiye bolca nasip verilmişti. Nitekim o “Fakir, gençken sâlihlerle ülfeti çok severdim. Muhakkak her gün bir ara gidip huzurlarında bulunacağım. Onlar da benim samimiyetimi bildikleri için hoş karşılarlardı.”[2] buyururdu. Yine bir defasında da “Allah dostlarına muhabbetim sonsuzdu!..” diyerek, içindeki maneviyat aşkını dile getiriyordu. Şu duası onun âdetâ bir hayat mefkûresi gibiydi: “Ya Rabbi! Bizleri, kendini, ulûhiyetini onlara bildirdiğin, tanıttığın sâlih, muhlis kimselerle hemdem eylediğin gibi yine onların güzel hâl ve hareketlerinden nasîbdâr eyle! Amin”[3].
Bu istek ve arzuya, bir de “cemâl ve kemâle hayranlık tutkusu” eklenince manevî terakki için sermaye hazır demektir. Maddî rızıklar farklı olduğu gibi, manevî rızıklar da ilâhî taksimatta farklı dağıtılmıştır. Hadis-i şerifte “İnsanlar madenler gibidir.”[4] buyrulmuştur. Rabbimiz -zülcelal ve’l-kemâl- Hazretleri, nihayetsiz hazinesinden Mûsâ Efendiye hakikaten derin ve hassas bir maneviyat cevheri lutfetmiştir. O da bu cevheri zayi etmemiş, onu geliştirmek adına hep salihler iklimini aramış ve gönlünü doyurmaya gayret etmiştir. Bu gayrete tevfîk-ı Rabbânî de eşlik edince, sonuçta yollar açılmış ve “seyr ilallah” sırrı tecelli etmiştir.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Mûsâ Efendi, çocukluğundan itibaren dönemin sulehâsı ve ulemâsı ile tanışma fırsatı bulmuştu. O bir taraftan Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Ömer Nasuhi Bilmen, Bekir Hâki Efendi, Mustafa Âsım Yörük, Hacı Cemal Öğüt ve Tâhiru’l-Mevlevî gibi âlimlerin ilim meclislerine devam ederken, diğer taraftan da, özellikle maneviyata yöneldikten sonra, Sarıyerli Nuri Efendi, Abdulhay Efendi, Seyyid Şefik Arvasî Efendi, Ali Haydar Efendi ve Süleyman Hilmi Efendi gibi mâneviyat ricâlini sık sık ziyarette bulunur ve onların dualarını alırdı.
Bu ve benzeri büyük zatları sadece ziyaret etmekle kalmaz, onların hizmetlerinde de bulunurlardı. 1950’li yıllarda Said Nursî Hazretlerinin İstanbul’da bulunduğu zamanlarda, arabasıyla üç yıl kadar kendisine bizzat hizmet etmişlerdi. Zira Üstaza göre hizmet, sevgiyi, sevgi de ilgiyi doğururdu. Ubeydullah Ahrar Hazretlerinin de buyurduğu gibi “İhsan ediciyi sevmek zaruridir ve muhabbet miktarınca alâka dahi tabiîdir”.
İşte Mûsâ Efendi -kuddise sirruh- muhabbet ve hizmetiyle, büyüklerin nazarlarını, himmetlerini, dualarını ve feyizlerini üzerine doğru çekmişti. Bunun bereketi gün geçtikçe de üzerinde zâhir oluyordu.
Onun manevî yola ilk intisabı kayınpederinin şeyhine olmuştu. Fakat bu intisap, âdetâ hatır için olmuş gibi bir şeydi. Nitekim kendileri bu hâdiseyi şöyle anlatırlar:
“İlk intisap ettiğim, Gümüşhaneli kolu meşayihinden Hacı Hasib Efendi Hazretleridir. Gönlü mahzun, gözü daima yaşlı idi. Halim, selim, ahlâk-ı hamîde sahibi idi. Onu gören ilk bakışda Cenâb-ı Hakk’ı hatırlardı. Şüphesiz ki Allâh’ın has veli kullarındandı. Ama öylesine bir intisap oluvermişti. Kayınpeder (Fahri Kiğılı) îtikâfa girmişti. Kardeşi Avni amca ile beraber ona yemek götürdük. Yemek bitince «Bunlara birşey verelim» dedi. Peki dedik. İkimize birden 5.000’er adet zikir verdi. Biz onu devam ettiremedik. Ondan Üstâzımıza uçmuş olduk. Birinci kapımız orası”[5].
İlim ve irfan ehli sâlihlerle beraber olmak, Mûsâ Efendinin hayat tarzı hâline gelmişti. Dualarında da sık sık sâlihlerle beraber olmanın arzu ve iştiyakını dile getirirlerdi. Onun şu duası, gönül dünyasında sâlihlere verdiği ehemmiyeti gösterir:
“Ya Rab! Bizleri sevdiklerin ile hemdem eyle, onlardan ayırma! Onların yanı cennet, uzağı ise cehennemdir.
Bizleri onlardan ayırma ki, onların nurundan doya doya içelim.
Ya Rab! Sevdiklerini sevdir. Başta Rasûl-i Ekrem- sallallahü aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretlerini sevdirdiğin gibi sevilmeye lâyık olan her dostunu sevdir. Sırasıyla bütün Ehl-i beytin, Ashâb-ı kiram hazarâtının, hülâsa İslâmiyeti seven ve ona hizmet edenlerin, bilâ istisna hepsinin ayaklarının tozu eyle!
Ya Rab! Bizi de sevgi nimetinden mahrum eyleme. Âmin!”[6]
Muhterem Üstâz, sâlih ve sâdık olarak bildiği tanıdığı kim varsa, gönlünde herbirine bir yer ayırmış ise de, henüz gönlünü tamamen kaptırıp teslim olacağı Üstâzını bulamamıştı. Arayış sürüyordu. Yaş otuzu yeni aşmıştı ki (33), iradesini elinden alan büyük buluşma, Bursa’da tecelli etmişti. Dönemin büyüklerinden Adanalı Sâmi Efendi Hazretleriyle ummadığı bir şekilde karşılaşmış ve âdetâ tutuluvermişti. O mu Sâmi Efendiyi bulmuştu, yoksa Sâmi Efendi mi onu bulmuştu, bu sır bize kapalı. Ama gerçek olan bir şey var ki, her ikisi de aradığını bulmuştu.
[1]. Bkz. Mevlânâ Celâleddin er-Rûmî, Mesnevî (Ter. Şefik Can), III, 116, 145, beyit no: 1439-1444, 1618-1619.
[2]. Allah Dostunun Dünyasından Hacı Mûsâ Topbaş Efendi İle Sohbetler (Hazırlayan: Erkam Yayınları) sh. 12.
[3]. Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, I, 35.
[4]. Buhârî, Enbiya, 2.
[5]. Bkz. Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, IV, 73; Allah Dostunun Dünyasından Hacı Mûsâ Topbaş Efendi İle Sohbetler (Hazırlayan: Erkam Yayınları) sh. 23.
[6]. Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, VI, 113.
Kaynak: Dr. Adem Ergül, Erkam Yayınları, Hâce Mûsâ Topbaş -Kuddise Sirruhu-