Manevî eğitim vasıtası olarak mektuplar, tarih boyunca hiçbir zaman önemini yitirmemiş vesikalardır. Bugün teknolojinin baş döndürücü bir hızla ilerlediği iletişim çağında bile, mektubun o sıcaklığını ve kalıcı tesirini bir başka iletişim vasıtasında bulmak zordur. Hele bu mektup, bir mürşidden onu çok seven müridlerine yazılmışsa, artık o çağlara yansıyan bir irşad vesikasıdır. Nitekim tasavvuf tarihimizde “Mektûbât” adıyla çok sayıda eserler yayınlanmış ve günümüze kadar manevî bir eğitim kitabı olarak canlılığını ve tesirini sürdürmüştür. İmâm-ı Rabbânî, Hâlid-i Bağdâdî ve Mumammed Es’ad Erbili gibi büyük Allah dostlarının “Mektûbât”ları, bunun en güzel örneklerinden bazılarıdır.
Mûsâ Efendi -kuddise sirruh- da gerek yakınlarına ve gerekse sevenlerine zaman zaman mektuplar göndermiş ve bu yolla da manevî irşadını sürdürmüşlerdir. Yine kendilerine mektup ya da tebrik yazan hemen herkese, en güzel şekilde karşılığını yazıp göndermişlerdir. Onun bu değerli mektupları inşaallah gün gelir sevenlerinin himmetiyle derlenip “Mektûbât” adıyla neşredilir. Biz burada örnek olması bakımından bir dönem Altınoluk dergisinin aile eki “Yuvamız”da neşredilen mektuplarından birkaçına yer vereceğiz[1].
BİRİNCİ MEKTUP
Allah Dostlarını Sevmek
7 Cemaziyel Ahir 1401
Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemin vesselâtü vesselamü alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âlihi ve sahbihi ecmaîn.
Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh.
16 Cemaziyel evvel 1401 tarihli gayet iltifatkarâne yazılmış mektubunuzu aldım. Memnun oldum. Hem de mahcup oldum. Sebebi ise büyüklerimizin, bilhassa Efendi pederimiz Hazretlerinin huzurlarına girdiklerimizde bin türlü hata, nisyanlarda bulunduğumuzu bildikleri halde, merhametlerinden ve yüksek kemâl ve ahlâkları neticesi olarak rıfk ve mülayemet ile muamele etmelerinden, yani settârü’l-uyub olmalarından dolayı cidden pek mahcup oldum. Kezâ hüsnü zan sahibi siz kıymetli kardeşlerimizin ve oğullarımızın fakire karşı teslimiyet ve itimatlarını gördükçe de son derece Rabbimiz zülcelal ve’l-kemal Hazretlerinden utanıyorum. Büyüklerimizin bağışlaması, sizlerin de hoşgörü ve sevgileri sayesinde Rabbülâlemin Hazretleri fakir-i hakîri iyiler, salihler, arifler hürmetine affeylesin. Amin.
Son derece acizim, kusurlarla doluyum. Yegane tesellim şudur ki, Allahın sevgililerini canımdan, varlığımdan, herşeyden daha fazla seviyorum. Öyle bir sevgi ki, sevdiğimi de bilemez haldeyim ki lisan ile yazı ile ifade edilemez. Allah Teâla Hazretlerinden niyazımız ihlâslı, teslimiyet sahibi ve kulluğunda sabit kadem olan sizin gibi pek kıymetli yavrularımızı kendisinde ibkâ eylesin. Amin[2].
İKİNCİ MEKTUP
İnsanlara Teşekkür Etmeyen Hâlık’a Şükretmiş Olmaz
Medine-i Münevvere/15 Mart 1981
… Hanım kızımıza
Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berakâtüh
4 Mart 1981 tarihli mektubunuzu aldık, memnun olduk. Elhamdülillah rahatlıkla İstanbul’a dönmüş, kardeşlerimizin her türlü hizmeti seve seve yaptıklarından bahsediyorsunuz. Bu, şüphesiz Hâlık Tealâ ve Tekaddes Hazretlerinin bizlere ikramıdır. Bir kul ne kadar Cenâb-ı Hakk’a bağlanırsa, dünya kendisine hizmetçi olur. Biz hem Cenâb-ı Hakk’ın ikramını, hem de aczimizi, kusurlarımızı bilip bir taraftan da hatalarımızı telâfiye çalışacağız. Samimiyet gösteren ve hizmet eden kardeşlerimize de minnettar olacağız.
Bazı kaba yaratılışlı kimseler, ben yalnız Cenâb-ı Hak’tan bilirim derler, kula minnet ve teşekkür etmezler. Bunlar noksan görüşlü, mârifet ehli olmayanlardır.
Diğer bir zümre de vardır, bunlar iyiliği hep kuldan bilir, Cenâb-ı Hakk’ın ihsanı olduğunu unuturlar; bunlar da gafil, dünyacı kimselerdir.
Kemal ehli ise her iyiliğin Cenâb-ı Hakk’ın ihsanı olduğunu bilmekle beraber, vasıta olan kula da minnettar olurlar, teşekkür ederler.
Elhamdülillah sizlerden ayrıldıkdan sonra 8-10 gün kadar Mekke-i Mükerreme’de huzurla namazlarımıza, umrelerimize devam edip Belde-i Tâhire’ye döndük. Perşembe günü gelecek olan kafileleri beklemekteyiz. Şükürler olsun bütün sevdiklerimiz âfiyette olup selâm ederler.
Allah Tealâ ve tekaddes Hazretlerinden cümlemiz için maddi, manevi uyanıklıklar, saadetler dileriz, pek kıymetli kızımız…[3]
ÜÇÜNCÜ MEKTUP
Teslimiyet Tam Bir Huzur Verir
Medine-i Münevvere/19 Şubat 1980
… Hanım kızımıza
Esselamü aleyküm ve rahmetullahi ve berakâtüh
17 Ocak 1980 ve 30 Ocak 1980 tarihli iki adet mektubunuzu aldık. Memnun olduk. Gelenlerden, mektublardan ve telefonlardan sıhhat ve âfiyet haberleri alıyoruz, elhamdülillah.
İstanbul ve muhtelif yerlerden ahbaplarımız geliyorlar, sohbetler ediyoruz, günlerimiz huzurlu geçiyor. İnşallah, sizler de gelirsiniz.
Mektubunuzun bir yerinde “Çeşitli dünya gaileleri ile daralan içimizi inşallah orada ferahlatır huzur buluruz” diyorsunuz. Rahatlığın, ferahlığın yegâne anahtarı teslimiyettir. Teslimiyetin alâmeti ise Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini, yani helâlini, haramını nefsinde bihakkın tatbik etmektir. Şüphesiz bu da Cenâb-ı Hakk’ın tevfiki iledir. İhvanı üçe ayırabiliriz.
- İrfan ehli: Sohbetten ve her hâdiseden hisse alırlar ve bu hususları nefislerinde severek tatbik ederler.
- İrfan ehli olmayanlar: Sohbetten ve hâdiselerden bir şey anlayamazlar, dar görüşlü, gafillerdir. Namaza, oruca devam etmekle beraber, kendilerini dünyaya kaptırmış zavallılardır ve kendilerini noksansız görürler.
- Bir zümre de vardır ki, sohbeti anlar, o müddet zarfında zevk alır, kısmen hâl sahibi olur. Cenâb-ı Hakk’ın bahşettiği bu hâle rağmen eski hatalı adetlerini devam ettirirler.
Gönlümüz ister ki siz kıymetli kızımızın bu birinci sınıfa dahil olmasıdır. Şüphesiz bu da Allah Teâlâ’nın yardımıyladır.
Huzur, ferahlık, rahatlık her türlü saâdet, ancak Allâh’a tam teslimiyet, zikrullaha devam ve ünsiyettedir.
Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri cümlemizi cân u gönülden kendini severek bağlananlardan eylesin! Amin. Bi-hürmeti TÂHÂ ve YÂSİN[4].
DÖRDÜNCÜ MEKTUP
Yakınlardan Olmaya Çalışmak
Medine-i Münevvere/22.12.980
Pek kıymetli hanım kızımız.
Göndermiş olduğunuz 20.11.980 ve 10.12.980 ve 17.12.980 tarihli üç adet kıymetli mektublarınızı aldım. Mesrur oldum.
Münderecatını dikkatlice okudum. Sıhhat âfiyet huzur içinde olduğunuzdan haberdar oldukça çok memnun ve müteferrih oluyorum. Elhamdülillah.
Cenâb-ı Hakk’ın izniyle yakında umre vizeleri açılır. Siz has kızımı burada, yanımızda görmek arzu ederim.
Her şeyin bir parolası olduğu gibi Hak erlerinin de parolası ihlas, samimiyet, hüsnü ahlâk, râzı olmak ve hak yolunda sebatkâr olmaktır.
10.12.1980 tarihli mektubunuzda “Babacığım size mektup yazarken her nedense hasretim daha çok artıyor. Bu yaz inşallah buraya geldiğiniz zaman çekinmeyi bir yana bırakıp sizi inşallah daha çok rahatsız etmek istiyorum” diyorsunuz. Arife bir işâret kâfidir demişler.
Bu yoldan hakkıyla istifâde edenler, yaklaşanlar olmuştur, geride duranlar değil.
Bir gün Rasül-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir halka teşkil etmişlerdi. Bu ya zikir veya ilim meclisiydi. Bu sırada üç kişi geldi, bunlardan biri halkaya hemen girdi dahil oldu. İkincisi geride durdu, nezâket gösterdi, dahil olmadı. Üçüncüsü baktı, i’raz etti, yani yeni tabirle boşverdi, çekildi gitti.
Sonra Server-i Kâinat Efendimiz Hazretleri buyurdular ki: Bu üç kişinin ahvalinden size haber vereyim mi?
Birinci geldi halkaya girdi, Hak Teâlâ onu kabul etti. İkincisi geride durdu, edeple bekledi, Cenâb-ı Hak da anu affeyledi. Üçüncüsüne gelince o buna ehemmiyet vermedi, küçümsedi Cenâb-ı Rabbü’l-âlemîn de onu küçümsedi.
Bundan şu anlaşılıyor ki, hem yaklaşmak hem de edepli olmak evlâ oluyor. Yani gerilere kaçmak değil. Has kızım da bu kıssadan şüphesiz ki hisse alanlardandır!
Allah Teâla ve Tekaddes Hazretleri siz kabiliyetli kızlarımız üzerinde güzel sıfatlarını artırsın. Dünyevî, uhrevî istikâmet ve saâdetler versin![5]
BEŞİNCİ MEKTUP
Gerçek İnsanlıktan Nasip Alanlar
Medine-i Münevvere
Güzide kızımıza.
30.01.1980 ve 2.2.1980 tarihli mektublarınızı aldık, memnun ve mesrur olduk. Elhamdülillah, büyüklerimiz, cümlemiz sıhhat ve âfiyette olup Cenâb-ı Hak’tan siz müstaid yavrularımızın bu dünya berzahından yani geçidinden, tâat, ihlâslı ibâdet, feraset, himmet sahibi olarak geçen, vakitlerinin kıymetini bilip değerlendiren nadir kullarından eylemesini niyaz ederiz.
İnsan çok, kalbini muhafaza eden az. İnsan çok, dilini muhafaza eden az. İnsan çok, gözünü muhafaza eden az. İnsan çok, kulağını muhafaza eden az. İnsan çok, midesini diğer azâlarını muhafaza eden azın azı. Bu böyle olunca bu zümrenin ibâdetleri olsa dahi, ne yaptıklarından zevk alabilirler; ne de mârifet kapısının açıldığını görebilirler.
Bu bakımdan Allah sevgilileri, uzlete çekilip mârifet neşesine erdikten sonra helâlden dahi vazgeçmişler ve Bir’e yani Allah Teâlâ’ya vâsıl olmuşlardır.
Nâfile ibâdetlerden daha kıymetlisi, nefeslerimizi alıp verirken daima Rabbimizi düşünmek ve her hususta edebe riayet etmektir. Bu hususa ne kadar dikkat edilse o kadar tekâmül edilir. Sonra her hangi bir şeye aşırı düşkünlük, o da maneviyat yolunu engeller. Meselâ beşeriyet icabı yavrumuza vasat dereceden ziyade kalbimizi kaptırmayacağız. Merhametle bakacağız…
Siz, has kızımızın, oğlumuzun ve yavrularımızın gözlerinden öper, Cenâb-ı Hak’tan verimli istikballer dileriz hanım kızımız…[6]
ALTINCI MEKTUP
Hak Yolunda Dikkat Edilecek Temel Ölçüler
Medine-i Münevvere
Muhterem kızımız ………… hanıma
Göndermiş olduğunuz 29.11.1979 tarihli mektubunuzdan birkaç gün evvel de, 22.11.1979 tarihli nâmenizi almıştık. Şüphesiz ki mektupları aldıkça çok memnun oluyoruz. Sizlerin genç yaşta Allah yoluna istidadınız, temayül ve gayretleriniz elhamdülillah bizler için iftihâra vesile olmaktadır.
Ana ölçü şu olacak: “Daimi olarak alçak gönüllü olmak, zamanların kıymetini bilip israf etmemek, yani hakkıyla değerlendirmek, Cenâb-ı Hakk’ın mahlukatını sevip onlarla çekişmemek, muhataba dinî seviyesine göre muamele etmek, kabahat örtücü olmak, haram ve helâle dikkat etmek, herkesin küçük gördüğünü dahi büyük görmek. Çünkü günahı küçük gören -hâşâ- Cenâb-ı Hakkı küçük görmüş olur.”
Fakir de, hayatımın baharında iken herkese iyilik etmeyi çok severdim. İki şahsın arasında vukua gelen haksızlıklar, buna mümasil şeyler kalbimde yer ederdi. Meselâ yaptığım hizmetlere karşı kullardan karşılık, samimiyet beklerdim. Fakat değil karşılık beklemek, bazen ters görüşlere uğrardım. Bu gibi vaziyetler uykumu alırdı. Sabahlara kadar uyuyamadığım günler olurdu. Sonra bu hâller tedrîcî olarak azaldı. Üztazımızın huzur-ı âlilerinde elhamdülillah tamamen zâil oldu. Rabbime karşı müflisliğimi idrak ettim, kimseyle uğraşmaya takatım kalmadı. Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin bir kula en büyük nimeti, aczini bildirmesidir. Bunu da bilen pek azdır. Her şeyin Cenâb-ı Hak’tan olduğunu bilen kul, olmayacak şeylerle zihnini bulandırmaz, kulluğuna devam eder ve yol alır.
Siz kıymetli kızımızın ve yavrularımızın gözlerinden öper, Allahü zü’l-celal ve’l-kemâl Hazretlerine teslim ederiz[7].
YEDİNCİ MEKTUP
Seyr u Sülûkte Muvaffakiyetin Anahtarı
Şüphesiz bu ulvi yolda, ana muvaffakıyyet ihlâs, tevâzu ve sa’y ü gayrettir. Bu hususu benimseyenler dikkatli olup Allahın rızâsını talep edenler, Rabbimiz Teâlâ Hazretlerinin rızâsını kazanırlar, aksi hareket edenler, fesat çıkaranlar ise hüsrâna uğrayanlardan olurlar.
Allah için sevgi olan yerde mü’minler birbirlerine karşı daha fazla sevgili ve saygılı olurlar, nefislerini her zaman kardeşlerinin hizmetine fedâ ederler. Bu fedâkarlığı yaparken, Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine bahşettiği bu hâlleri tahattur ettikçe, mahviyetleri artar, teslimiyetleri yine Hâlık Teâla’nın izniyle tezâyüd eder.
Ancak tam ihlâs sâhibi, yani sırf Allâh’ın rızâsına tâlip olanlar, kulluk vazifelerini hayatlarının sonuna kadar yüksek bir gönül enginliği ile idâme ettirirler, yorulmak nedir bilmezler. Şüphesiz bu da şânı yüce olan Allah Teâlâ’nın tevfiki iledir.
Maneviyatta hizmet çok büyük bir mevki işgâl eder. Hizmet yolunda bulunanlar (karşılık beklemeden) büyük derecelere nâil olurlar, yine bunda da başta ihlâs, istikâmet, hemcinsine karşı şefkatli ve nezâketli olmak şartıyla. Hiçbir ehlullah tasavvur edilmez ki ihlâssız ve mahviyetsiz olsun… Nezâketle ve hilmiyetle kalpler fethedilir, sevgiler çoğaltılır. Hilm sâhibi olup hemcinsine rıfk ve mülâyemetle muâmele edenler, seçilmişlerden olur. Bunları Allah sever ve kullarına da sevdirir.
Rabbimiz zü’l-minen Hazretleri cümlemizi ilmi ile zenginleştirsin, hilmi ile zinetlesin, takvâ ile şereflendirsin, âfiyetle bezesin… Amin…
Bir de îsâr sahibi olanlar, hizmetlerinden büyük karşılık alırlar. Bunlar hasetçi ustanın çırağını kıskandığı gibi olmazlar, hizmete ehil olanlara yardımcı olurlar.
Sultanul-Ârifın Bayazid Bestâmi -kuddise sirruh- Hazretlerine sordular ki:
«−Kul tam olarak Allah’tan ne zaman râzı olmuş olur?» Dedi ki:
«−Eğer Hak Teâlâ, kullarını âlây-ı illiyyine (en yüce mertebelere) erdirse ve beni de esfel-i sâfiline (en aşağı derecelere) düşürse, ben hâlimden razı olam, ol kuldan kim âlây-ı illiyyine erişti»[8].
Bu yazılanlar işin zâhir kısmından bir cüzdür, ehl-i irfân için sezilecek çok ince sırlar vardır. Nitekim Eşrefoğlu Rûmî Hazretlerinin sözleri ne kadar nüktelidir.
“Dil dudak debrenmeden sözü işiten gelsin” buyuruyorlar.
Allah Teâla ve Tekaddes Hazretleri cümlemize dünyevi, uhrevi saâdetler, muvaffakiyetler müyesser eylesin. Hakkı hak, bâtılı bâtıl gören zümreye ilhak eylesin. Âmin…[9]
[1]. Mektuplara verilen başlık isimleri, müellif tarafından konulmuştur.
[2]. Altınoluk Dergisi, sayı: 162, sh. 5, Ağustos 1999.
[3]. Altınoluk Dergisi YUVAMIZ Eki, sayı: 168, Ön kapak arkası, Şubat 2000.
[4]. Altınoluk Dergisi YUVAMIZ Eki, sayı: 166, Ön kapak arkası, Aralık 1999.
[5]. Altınoluk Dergisi YUVAMIZ Eki, sayı: 168, Ön kapak arkası, Şubat 2000.
[6]. Altınoluk Dergisi YUVAMIZ Eki, sayı: 177, Ön kapak arkası, Kasım 2000.
[7]. Altınoluk Dergisi YUVAMIZ Eki, sayı: 179, Ön kapak arkası, Ocak 2001.
[8]. “Cenâb-ı Hak kullarının hepsini en yüce mertebelere eriştirse ve beni de en aşağı mertebeye indirse, diğer kulların yüce mertebelere nail olmasını kıskanmak bir tarafa, ben bundan memnun olur ve içinde bulunduğum hâle rıza gösteririm”.
[9]. Altınoluk Dergisi, sayı: 162, sh. 6, Ağustos 1999.
Kaynak: Dr. Adem Ergül, Erkam Yayınları, Hâce Mûsâ Topbaş -Kuddise Sirruhu-