Mûsâ Efendi -kuddise sirruh-, ömrünü muayyen bir nizam ve intizam içinde tamamladı. Hayatında dağınıklığa yer yoktu. O, her yaptığı güzel işten sonra “elhamdülillah” diyerek, o imkânı veren Rabbine teşekkür ediyor ve O’nu hiç bir zaman unutmuyordu. Öyle ümit ediyoruz ki, can emânetini yüz akıyla Hakk’a teslim ettiği için de “elhamdülillah” demiştir. O, hayatından sonra da sevenlerini öksüz ve şaşkın bırakmadı; onları emin ellere teslim etti ve öyle göçtü. Son olarak da ölümünden sonra açılacak vasiyetini bıraktı. Şimdi vasiyetinden bir kısmını buraya alıyoruz:
“Ey kâinâtı yaratan, yerlerin, göklerin, kürelerin, zerrelerin, insanların, cinlerin hülâsa bütün mahlûkâtın sâhibi yüceler yücesi, ulular ulusu Allâh’ım!
Vârislerim bu zarfı açtıkları anda, Sen’in huzur-i ilâhinde olmuş olacağım.
Uzun ömür verdin, en değerli dostlarını fakir için rehber eyledin, dünyevî, uhrevî hiçbir şeyi esirgemedin, bol bol saçtın.
Buna rağmen gayrete gelip de, layıkıyla kulluk edemedim, koskoca ömür, böylece geldi geçti. Hatalar, noksanlıklar birbirini takip etti. Gönlümün istediği gibi yeşeremedim. Yalnız Sen’in yüceliğinle, Rahmânlığınla, Settârlığınla ve Gaffarlığınla teselli buldum.
Bu hakir, zayıf kulunun günahlarını, hatalarını bağışla! Çünkü o Seni, Rasûl-i Edîbini ve bütün Seni sevenleri ve sevdiklerini sevmiştir. Bu da yine Senin lütf u ihsanınla, kereminle, inâyetinle zuhur etmiştir.
Gerek vârislerime, gerek onu takip eden ve edecek olan zürriyetime de inâyet eyle. Hepsine kavî îman ver, atâlete uğrayanlardan eyleme ki bir taraftan kulluklarına devam ederken, diğer taraftan Senin kullarına hizmet etsinler ve her an Seni tevhid edenlerden olsunlar![1]
…
Her dünyaya gelen, vakti saati, sayılı nefesleri tamamladıktan sonra ebedi hayata intikal edecektir. Ne mutlu o kimseye ki, hayatını Hak yolunda ifna etmiş ve yüzünün akıyla âhirete göçmüştür. Fakir de bu hususu nasibim derecesinde bildiğim halde, layıkıyla kulluk edemedim. Pîr-i fânî olduğum halde, kendime çeki düzen veremedim. İslâm büyüklerinin şuurlu, şerefli hayatlarını okudum; nefsimde tatbik edemedim. Hatalarla dolu bir ömürden sonra Rabbimiz Teâlâ Hazretlerinin mağfiretini bağışlamasını umarım; çünkü O, Rahmândır, Gaffârdır. Varislerimin İslâmî hukuklara riayet ederek hayatlarını değerlendireceklerini umarım”[2].
Muhterem Üstâz, manevî yolun ölçülerini, herkesin anlayacağı şekilde âdetâ formüle etmişti. Şimdi bu ölçülerden bazılarını buraya alıyoruz. Ehl-i irfâna faydalı olacağını umarız:
* “Mârifetullah ilminde terakki, kalp âleminin parlaklığına, temizliğine bağlıdır. Hak yolu yolcusunda dört haslet olursa sünûhât-ı Rabbanî gönül âlemine bütün bereketi ve rahmeti ile nüzûl eder. Onlar da şunlardır:
- Kuvvetli ihlâs sahibi olmak.
- Samimi istikâmet ehli olmak.
- Gayretli, sebatkâr olmak.
- Tam teslim olmak.
***
* Sâlik dört hususa büyük dikkat göstermelidir.
- Evradlarını, büyük bir itina ile gönlünü Hakk’a vererek, mürşidinin gösterdiği âdâb üzere yapmak.
- Mürşid yahut kardeş sohbetlerine devam etmek.
- Zamanın icabına göre herkes kabiliyet ve liyakatı ölçüsünde, mü’minlere hatta bütün mahlûkata hizmet etmek.
- Hâlimizi muhafazaya çalışıp, dünya sevgisini nefye (yok etmeye) nefsin arzularına karşı muhalefete, ahlâkî durumumuzun inkişâfına, güzelleşmesine dikkatli olmak.
***
* Zikir mühim bir aşk ve imân ölçüsüdür. Seven sevdiğini çok zikreder, ara vermeden gece gündüz, her saatte, her anda zikreder, anmadan yapamaz. Zikrullâha vâsıl olan her şeye kavuşmuştur. Zikrullâhtan mahrum olan da her şeyi kaybetmiştir. Zikrullâh kalbin nuru, ruhun huzuru, gönlün cilası, aklın ölçüsüdür. Zikre devam edenin kalbi mâmur, fiil ve ahlâkı güzel, ruhu sevinçli olur. Bir kalbe aşk-ı ilâhî girerse, o gönülde Allah zikrinden başka hiç bir şey kalmaz, hepsi yok olur. Evvelce geçirilen büyük mecâzî aşklar bile. Kalbi zikirle meşgul etmeli, zikirle uyandırmaya, çalıştırmaya gayret etmelidir. İyi çalışıldığı taktirde zikir bütün letâiflere dağılır, nefse, sonra cesede. Bunun için de;
- Akşam yemeklerini az yemek ve erken yatmak.
- Seherlerde kalkmaya azimli olmak.
- Ders yaparken gönlü Allâh’a bağlamak.
- Uykuyu, konuşmayı azaltıp, helâle dikkatli olmak.
- Salihlerle, sâdıklarla berâber olmak.
- Gündüzleri de daima gönlü Cenâb-ı Hakk’a bağlamak gerekir.
***
* Bazı sâlikler bütün gayretlerini Üstâzlarının gözüne girmek, iltifatına nail olmak hususlarına harcarlar. Doğrudur. Bu çok güzel bir istektir, fakat bunun da bir adâbı, erkânı olduğu muhakkak bilinmelidir.
- Mürşidinin gönlüne girmek isteyen, muhakkak Kur’an-ı Kerim ahkâmına dikkatli olup, sünnet-i seniyyeye ittiba etmekle mükelleftir.
- Muhakkak istikâmet, sevgi ve şefkat yoluna yönelmesi gerekir. Bunlarla muttasıf olan sâlik, herkesi sever, şefkat gösterir, bu nedenle kalbindeki paslar silinir.
- Herkesle geçimli olur; çünkü şefkatlidir, mütevazidir.
- İbâdetlerinde kusur etmez; çünkü Allâh’ı sever ve Allah’tan korkar.
- Muamelâtı temizdir; çünkü bilir ki muâmele temizliği imandan gelir.
- Haramdan sakınır; çünkü bilir ki haramla kazanılan rızık insan için mânevî zehirdir.
- Akranlarını sever ve onların hizmetinde olur; çünkü bilir ki onları sevmek Üstâzını sevmektir, onlara hizmet etmek Üstâza hizmet etmektir, Üstâza hizmet etmek ise Allahı sevmektir.
- Ahlâkı güzelleşir, hep iyi huylar kendisinde tecelli eder. Bunlar da, evrâdlarını büyük bir agâhlık içinde yapıp, mânevî sohbetlere devamla elde edilir. Hased, nifak, gıybetçilik, baş olma hırsı, tecessüs, sû-i zancılık gibi kötü huylar kaybolur.
Ancak böyle sâlikler sevilir ve korunur. Böyleleri mürşidlerinin gönüllerine girer, sevilir ve iltifâtına nâil olurlar.
***
* Allahü Teâlâ’ya muhabbet, bulunmaz bir cevherdir. Muhabbet dâvâsında bulunmak kolaydır. Bir kimse kalkıp kendini âşıklardan sayabilir; fakat hakiki sevginin, bürhanları, nişanları vardır ki, insan bunları aramalıdır. Bunlar da yedidir:
- Ölüme itibar etmez. Bu vadide hiç bir dost, dostun dîdarını mekan içinde aramaz. Dostumu öldükten sonra görürüm, aceleye lüzûm yok, diyorsa, âşık değildir. Âşıkın ölümü, bildiğimiz ölüm olmayıp, bir âlemden arzûladığı âleme intikal demek olduğundan, ölümü arzûlamak ona zor değildir.
- Allah dostu, dostuna neyi varsa feda eder. Kendini dostuna yakın kılacak en küçük bir hareketi terk etmez ve dostu üzecek en küçük hareketten şiddetle sakınır. Bu vasıfta olmayan ve dosta götürecek vesileyi aramayan âşık değildir.
- Dostunun zikri her an gönlünde tazedir. Bir zorluk olmadan, onun sevdâsına tutulmuştur. Dost, dostunu durmadan zikreder. Onu bir an unutursa, dostluğunda noksanı var demektir.
- Kur’an ki dostun kelâmıdır. Rasûl ki, dostun Rasûlüdür (sallallahü aleyhi ve sellem). Kur’an’a ve Rasûle mensûb ne varsa, Dost aşkına sever, onun kullarına, onun yarattığı her şeye, O’nun aşkına şefkat gösterir.
- Halvet ve münâcâta düşkün olur. Gece olduğu zaman, her türlü zahmeti bir tarafa bırakır ve dostuyla halvette kalmak için münâcâta koyulur. Dostu onu beklerken, gece sabaha kadar uyuyan sakın dostluktan bahsetmesin!
- İbâdet kolay gelir, ağırlığı kalkar. Kimin dostluğu sağlam ise, hiç bir şeyde, ibâdette bulduğu zevki bulamaz. İbâdetten başka herşeyden sıkılır.
- Dost’un kullarına mutî ve müşfik olur. Dost’una isyan edenlere ve kâfirlere karşı şiddetli olur.
***
* Hizmet sırf Allâh için yapılmalıdır. Niyet hâlis olmazsa sabun köpüğü üzerine yapılan binaya benzer. Bir türlü temel tutmaz. Hizmet ehlinin dikkatli olacağı hususlardan bir kısmı şunlardır:
- İstikâmet ve ihlâs üzere olmak.
- Hizmetini sırf Allah rızâsı için yapmak.
- Yapdığı hizmetten şımarıp, kendini diğer insanlardan üstün görmemek, bu fırsatı verdiği için Allahü Teâlâ’ya şükretmek.
- Daima kendi kusurlarını görmek.
- Herkesi sevip herkesle geçimli olmak.
- Mütevazi olup, kendini herkesten küçük görmek.
- Hakarete maruz kaldığında, sabretmesini bilip, kinci ve hasûd olmamak.
- Merhametli, affedici ve kabahat örtücü olmak.
***
Hikmetli sözlerinden
* Kul, mâsivaya gönlünü kaptırmadan Kur’an-ı Kerim ahkâmına, sünnet-i seniyyeye ittibaına ve evradlarının ulvîliğini idrak edip onlara itina ile devam ettikçe, Cenâb-ı Vâcibü’l-vücud Hazretlerinin inâyeti ile ihlâsı tezâyüd eder, îkanı tezâyüd eder, tam manasıyla istikâmet ehli olur.
* Her kalp, bir gönül âlemidir. Onun ehemmiyetini idrak edip, kalbe Allah Teâlâ’dan gayrı hiçbir şeyin sevgisini sokmamaya gayretli olunmalıdır ki, lâyıkı veçhile Allah Teâlâ’ya vasıl olunabilsin.
* Bir insan, bütün ömrünü ibâdetle geçirse, alnı secdeden ayrılmasa, her gün oruçlu olsa, bütün malını mülkünü Hak yolunda feda etse yine kâmil insan olamaz. İlle de Fahr-i Kâinât Efendimizin yolundan gitmekle mükellefiz. Onun ahlakıyla ahlâklanmaya çalışılacak, O ne yaptı ne etti ise onu muhakkak nefsimizde takbik etmeye sa’yü gayret edeceğiz. Hakiki terakkiyat bununla olacaktır.
* Şunu iyi bilmeli ki, tarikat-ı âliyyede, havada uçmak, suda yürümek, uzak mesafeleri az zamanda kat etmek gibi şeylerin üzerinde fazla durulmaz. Asıl üzerinde itina edilecek şey, ihlâs, istikâmet ve şevkimizi artırmasını Cenâb-ı Hak’tan daimî olarak niyâz edeceğiz.
* Manevî ders almakla şereflenen sâlik, kendisinin büyük ve ulvî bir vazife aldığını; ihlâs, sebat ve gayreti sayesinde istikbâlde büyük veliler derecesine çıkabileceğini kati olarak bilmelidir. Bu da ancak tek gayenin Allah rızası olduğunu bilip hayatının sonuna kadar kendisine bir makam, mansıp gibi bir şey beklemeden züll ü inkisâr, yani kırık kalp, tevâzu üzere kulluğu elden bırakmamakla gerçekleşebilir.
* Bu ulvî yola gönül veren sâlik, iyi huy, hal ve ahlâkça tekâmül edemezse, mânevî yolda ilerleyemez ve Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olamaz.
* Hak dostlarını cân u gönülden sevme arzusunda olalım. Gerçi sevmek, bir mevhibe-i ilâhiyye ise de bizler âcizliklerimizi itiraf ederek, kırık kalplerimizle Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerine niyaz ve istirhamda bulunur isek, Kerîm, Ganî, Rahîm olan Hak -celle ve alâ- Hazretleri, bu ibâdetlerin özü mesâbesinde olan muhabbet duygumuza nusret verir de, başta Fahr-i Kâinat Efendimiz olmak üzere bütün büyüklerimizi lâyıkı vechile büyük bir tazimle severiz ve bu şekilde kendisinin rızasını alırız.
* Sabahleyin kalkınca ilk işiniz abdest almak olsun!.. Sonra da «İlâhî, ente maksûdî ve rızâke matlûbî: Allâh’ım, sen benim tek gâyem ve senin rızâna ulaşmak da benim yegâne isteğimdir!..» duâsını yapın. Böyle yaparsanız akşama kadar yaptığınız bütün işlere bu duânın bereketi gelir ve hepsi Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına muvâfık olur, inşallâh!.. Sâlih insanlarla arkadaşlık edin. Yoksa nefis her ân kayıp gitmeye meyillidir. Dünya bir misâfirhâne, bir devremülk; bugün var, yarın yok!.. Âhiret dağarcığına ne doldurabilirseniz, günde kaç kişinin gönlüne girip “Allah râzı olsun!” dedirtirseniz, kârınız o!..”
* Hak yolundaki sâlikler, tıpkı bir çiçek bahçesine benzerler, en nâdide çiçekler güller de bulunabilir, ısırgan otları, dikenler de. Güller, Hak yoluna ihlâsla tam yönelmiş, dedikodu gıybet bilmeyen, mütevazi, merhametli, herkesle geçimli, daima kendi nefislerinin hatalarını görenlerdir. Dikenler ise her ne kadar en ulvi yola kabul edilmiş iseler de, fıtraten zayıf oldukları için kendilerini güzel ahlâk ile bezeyemeyenlerdir.
* İnsan seyr ü sülûke kendini verip de kalp uyanırsa, Allâh’ın izniyle, o zaman okuduğu Kur’an-ı Kerim’in mânâsını daha iyi anlar ve daha iyi çözer.
* Dön dolaş, bütün iş insanın kendi benliğini bırakması. Kendi benliğini bıraktı mı insan, işte o zaman kâmil oluyor. Ne kadar kolay hâlbuki, ama ne kadar da zor benlikten geçmek. Benlikten geçti mi ne oluyor; herşey süt liman oluyor; artık herkes dost onunla. Hiçbir ferde, bilhassa müslümana karşı düşmanlık nedir, bilmiyor.
* Nasip olmayınca insan nerede bulunursa bulunsun, layıkı ile istifâde edemiyor. Çünkü niyeti noksan. Niyeti noksan olana mürşid-i kâmil ne yapabilir?
* Sâdık mürid, uyuduğunda, bir şeyin arzu ve sevgisiyle uyuyup, uyandığında tutkun olduğu o şeyi isteyen çocuk gibidir. Sâdık aşığın da Allâh sevgisi ve O’nunla meşguliyeti, ölüme, kıyamet ve haşre kadar sürer.
* Kimi kendinden küçük görebilirsin? Koca Hak dostları ufak bir hataları olmuş devrilmiş gitmişler. Bunları tarihten hep okuyoruz. Hiç umulmayan kimseler ise istifâde etmişler. Bir muammadır.
* Huzûr hâlini bulan sâliklerin, bu büyük ni’metin bir şükrânesi olarak Allah Teâlâ’nın emirleri ve yasakları hususunda çok müteyakkız (uyanık) olmaları ve ibâdetlerine büyük bir ihlâs ile devam etmeleri gerekir. Nasıl olsa emelime nail oldum gibi düşüncelere kapılırlarsa, lâkaydilik, ihmalcilik, kibir, ucûb gibi kötü hâller zuhûr edebilir. Sâlik çok akıllı ve zeki olup bu gibi kötü sonuçlardan sakınmalıdır. Daima tek yol talep edilecektir: Rızâ-i ilâhi’yi tahsil…
* Yetim iki kısımdır: Birincisi herkesin anladığı şekilde annesiz ve babasız yavrulardır. Bunlar daima horlanırlar; ancak anlayışlı kemal ehli bunlara karşı şefkat ve muavenet kanatlarını açarlar. Daima himâye ederler. İkinci sınıfa gelince, bu zümre, Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin seçtiği, ittika sahibi, mârifetullah ilmine agâh, kibar-ı ehlullah sınıfıdır. Bunlar zâhiren aileleri, çoluk çocukları, akraba ve ahbapları, hatta terbiyesi ile meşgul oldukları manevi evlâdları olur; fakat bunların dillerinden, hal ve hareketlerinden, nezâket ve edeplerinden en yakınları bile anlamazlar (pek azı müstesna). Bunlar zahiren halk içindedirler; fakat hakikatte yalnızdırlar. Yalnız Hak -celle ve alâ- sevgisiyle müteselli olup yine O’nun zâtıyla üns hâlindedirler.
* Dinin hükümlerini salih âlimlerden sorup öğrenmek lâzımdır. Zira onların sözleri daha tesirlidir. Fakat ilmi, mal ve mevkiye kurban eden dünyacı âlimlerden de mümkün mertebe uzak olmalıdır. Eğer müttaki âlim yoksa, onlarla zaruret miktarı ihtilat edilebilir. Zaruretten fazlası caiz değildir.
* Bir insan İslâmiyete insaniyete ne kadar yararlı olursa olsun, aile nizâmını ihmâl ederse bir noksanlık üzerindedir.
* İnsanlara hizmet etmek pek kıymetli bir haslettir. Ancak gönlü zengin, sehâvetli olanlarda bu gibi hâller tahakkuk eder. Cimrilerin bu güzel huydan nasipleri yoktur.
* Evlâdına dinini öğretmeyen ana-babalar, dünyanın en merhametsiz insanlarıdır. Dînî terbiye vermeden evlât yetiştirmek, sobada yakmak için ağaç yetiştirmek gibidir.
* Bütün iş teslimiyet. İnsan kendini yok bilecek, bu yolda olanlara başını eğecek.
* Yüz tane yarım insanı toplasanız, bir insan etmez.
* Müslümanlar temkinli olacak, fakat bir kenara da sinmeyecek.
* Herkese hüsn-i zan besleyelim; fakat herkese itimat etmemiz gerekmez.
* Çok hizmet edenler vardır; fakat hizmeti sonuna kadar götürenler çok azdır.
* Elden geleni yapmalı, sonra da kadere rıza göstermeli, zihni fazla yormamalı.
[1]. “Vasiyet Yerine”, Altınoluk Dergisi, sayı: 162, Ön kapak arkası, Ağustos 1999.
[2]. “Vasiyetlerinden…”, Altınoluk Dergisi, sayı: 162, sh. 20, Ağustos 1999.
Kaynak: Dr. Adem Ergül, Erkam Yayınları, Hâce Mûsâ Topbaş -Kuddise Sirruhu-