Bir mütefekkirin ifadesiyle “İnsanlar, dehâya hayranlık duyarlar; fakat karakter ve şahsiyetin peşinden giderler”. İşte Mûsâ Efendi -kuddise sirruh- da, görenlerini daha ilk nazarda hâliyle ve cemâliyle, tanıyanlarını ise şahsiyet ve karakteriyle kendisine önce hayran bırakmış, sonra da onlara bir “Peygamber vârisi” olarak taklid mercii olmuştur. O, bir insân-ı kâmilde bulunması gereken, tüm güzel hâller kendisinde tecelli etmiş bir Hak dostudur. Mûsâ Efendi -kuddise sirruh-un, Üstazı Sâmi Efendi Hazretleri hakkında buyurdukları şu gerçek, ayniyle kendileri hakkında da geçerlidir:
“Muhterem Üstâz Hazretlerinin her hal ve hareketleri, kerâmet idi. Bir kul, ubûdiyet vazifesini sünnet-i seniyye çerçevesinde ifâ etmek mazhariyetine nail olduğunda, onun her fiil ve hareketini kerâmet saymalıdır”[1].
Hakiki Allah dostları, Rabbânî bir terbiye ile edeplendikleri için, onların hâlleri de birbirine çok yakındır. Ebu Abdullah Sâlimî’ye, «Ârifi halk içinde nasıl ayırt edersin?» diye bir soru sorarlar. O da:
Lisanlarındaki helâvetle (tatlılık),
Ahlâklarındaki letâfetle (latiflik, yumuşaklık),
Yüzlerindeki beşaşetle (güler yüzlülük),
Edâlarındaki zerâfetle (zariflik, incelik),
Nefislerindeki sehâvetle (cömertlik, fedâkârlık),
Özürleri kabul edişlerindeki cömertlikle,
İyi veya fena herkese karşı şefkatlerindeki coşkunlukla, farkedilirler diye cevap verir.
Hak dostları, en güzel örnek ve “üsve-i hasene” olan Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-in çağlara yansıyan aynadaki akisleri gibidir. İşte Mûsâ Efendi -kuddise sirruh- da aynı yolun yolcusu olarak, Muhterem mahdumları Osman Nuri Hocaefendinin ifadesiyle “Seksen üç yıllık nezih, zarîf ve asilâne hayatıyla, bizler için eskimeyecek, tarâvetini kaybetmeyecek örneklerle dolu bir ömür sürmüş”[2] büyük bir ârif-i billahtı. Şimdi onun hem hilye ve şemâilini[3] hem de bir kristal misâli şahsiyetinden, bazı pırıltıları daha yakından görmeye çalışalım.
[1]. Sâdık Dânâ, Altınoluk Sohbetleri, IV, 13.
[2]. Osman Nuri Topbaş, “Gönüller Sultanı, Üstazımız, Babamız Mûsâ Efendi”, Altınoluk Dergisi, sayı: 162, sh. 8, Ağustos 1999.
[3]. “Hilye”, süs, zinet, kolye ve güzellikler manzûmesi gibi hakiki anlamının yanında; hılkat (yaratılış), sûret (portre) ve sıfat gibi mecâzî mânâlarda da kullanılmaktadır. “Şemâil” ise şimâl kelimesinin çoğuludur. Arapça’da huy, tabiat, karakter, hal ve hareket, tavır ve davranış anlamına gelir. İslâm âlimleri bu kelimeyi bir şahsın hayat hikâyesini, yani biyografisini anlatan bir terim hâline getirmişlerdir.
Örnek Şahsiyetinden Ana Çizgiler
A. Hilye ve Şemâili
B. İhlas ve İstikâmet Merkezli Bir Hayat
C. Tazim ve Şevkle Îfâ Edilen İbâdet Hayatı
D. Engin Sevgi ve Şefkati
E. Dasitânî Vefâsı (Sâhibü’l-Vefâ)
F. Din, Vatan ve Millet Aşkı
G. Ecdâda ve Tarihî Mîrâsa Saygısı
H. Aile ve Akraba Hukukuna Riâyeti
İ. Sehâveti ve İnfak Coşkusu
J. Tertip, Düzen ve İntizâmı
K. Fetânet ve Dirâyeti
L. İtidâle Riâyeti
M. Nezâket ve Zarâfeti
N. Rızâ ve Teslîmiyeti
Kaynak: Dr. Adem Ergül, Erkam Yayınları, Hâce Mûsâ Topbaş -Kuddise Sirruhu-